Kuruluşunun ve faal oluşunun üzerinden yüz küsur sene geçmesine rağmen sık sık gündemde kendine yer bulan meselelerden biridir İttihat ve Terakki. İmparatorluğun son zamanlarında meydana çıkmış olan bu cemiyet “Vatan nasıl kurtulur?” sorusunun çatısı altında ve “Hürriyet, Adalet, Müsavat” düsturu etrafında gelişmiş, var olma dinamiğini kaybetmek üzere olan Osmanlı Devleti’ne yeniden mücadele ruhu üflemiştir. Bu gün mevcut olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri bu cemiyetin faaliyetleri içerisinde aranmalıdır.
Bu gün İttihat ve Terakki, yolda karşı karşıya geldiklerinde birbirine selam dahi vermeyecek derecede farklı fikir ve ideoloji gruplarınıneleştiri odağı, o dönemde yaşanmış birçok olumsuzluğun müsebbibi ve kadrolu günah keçisi ilan edilmektedir.
Sina Akşin’in “Jön Türkler ve İttihat ve Terakki” adlı eserinde geçtiği gibi “monarşistler, meşrutiyet rejimini tekrar tesis ettikleri ve Sultan Abdülhamid’i hâl ettikleri için ittihatçılara büyük kin beslemektedirler. Özellikle Cumhuriyet Türkiye’sinde rejime ve cumhuriyetin sağladığı kazanımlara karşı olanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nu da ittihatçıların yıktığı sanı ile hareket ederek “Siyonist ve Mason” olarak isimlendirdikleri hareketi bütün kötülüklerin temeli olarak kabul ederler. Düveli Muazzama “Hasta Adam” olarak isimlendirdikleri, kapitülasyonlar ve dış borçlar vasıtasıyla yarı sömürge haline getirdikleri Devlet-i Aliyye’yiayağa kaldırmaya çalışan, tarihin ilk topyekûn harbi olan Birinci Dünya Savaşı’nda üç kıtada kendilerine karşı bağımsızlık mücadelesi veren ittihatçılardan haz etmezler. İttihatçıların meşhur Küçük Efendisi Kara Kemal tarafından sahada icrası için büyük emek verdiği “milli iktisat” politikası uzun yıllar imparatorluktaki Müslüman kütlenin bir başka varoluş reçetesi olması dolayısıyla eleştirilir.” Yine dışardan beslemeli içerdeki bir güruh tarafından Ermeni meselesi dolayısıyla da eleştirilerin odağıdır.
Tarihi meseleler yorumlanırken hataya düşülen ve çok yanıltıcı olan bir durum vardır. Bu günün gözü ve diliyle dünü görmek ve yorumlamak. İşte bu durum araştırılan konuyla alakalı yanlış yargıların oluşmasına sebebiyet verecek ve o günün şartlarında yaşanan kişi ve olaylara büyük haksızlık edilmesine yol açacaktır. İttihat ve Terakki’nin başına gelen ve halâ gelmeye devam eden durumda işte tam olarak budur. 21. Asrın Türkiye’sinin penceresinden 19. ve 20. asrın Osmanlı’sınınmanzarasını seyrederken yapılacak çıkarımların o dönem şartları göz önüne alınmaksızın yapılması. Bu sebeple İttihat ve Terakki cemiyetinin oluşmasına sebep ne olmuştur? ve o dönemin önemli simalarını bu cemiyet etrafında birleştiren durum ve ruh hali ne idi? Cemiyetin anlaşılması için bu sorulara cevap aranması gerekmektedir. Bunun için de başvurulacak en yalın kaynaklar İttihat ve Terakki’nin içerisinde yer almış isimlerin gözüyle o döneme bakmaktır. Bunun için de hatıratlara başvurmakilk elden bilgilere ulaşmak için yerinde olacaktır.
1889 senesinin mayısında bir elin parmaklarını geçmez sayıdaki askeri tıp öğrencilerinin kurduğu cemiyet 1908’de hedefine ulaşacak ve meşrutiyetin yeniden ilan edilmesini sağlayacaktır. 1913’te iktidarı eline alacak 30 Ekim 1918’e gelene kadar Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde birinci dereceden söz sahibi olacaktır. 1 Kasım 1918’de parti feshedilecek ve Teceddüt Fırkası ismini alacaktır. Ülkenin parsel parsel işgalinin ardından başlayan milli mücadele içerisinde de yer alacaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son otuz senesine damga vurmuş bu hareketin mensuplarının hatıralarına o dönemle alakalı düştükleri notlara hep birlikte bakalım.
Ele alacağımız ilk isim meşrutiyetin yeniden ilanında çok büyük etkiye sahip olan, beraberindeki askerlerle dağa çıkıp istibdatailk isyan bayrağını çeken ve “Hürriyet Kahramanı” namını alan Resneli Niyazi’dir. Kendisi hatıratlarına dönemle alakalı olarak şu notları düşmüştür;
“1887 senesi daha on dört yaşını tamamlamış bir mektep talebesi iken vatanın yandığını, milletin ve memleketin battığını duymuş, padişahın çevresinin hainlerle sarıldığını öğrenmiştim.
... Askeri rüştiyenin son sene imtihanları bitince tatili geçirmek üzere Manastır’dan Resne’ye geçtim. Yakınlarım ve tanıdıklarım beni askerlik gibi şerefli bir mesleğe geçmiş olmamdan dolayı tebrik etmekle beraber mektepten yetişen zabitlerin hiçbir zaman Türk ordusunun eski şan ve şerefini muhafaza edemediklerini ortaya attılar. Beni fikrimden caydırmaya çalıştılar. Milletimin büyüklüğünden fakat hükümetin, hakimlerin, saray çevresi denilen kötülük ve hıyanet yuvasından, ordunun gerilik ve düşkünlüğünden söz ettikçe ve son Türk-Rus Harbi’nden bir menfaat karşılığında padişahın etrafını alıp kandıranların kötü tesiriyle kazanmanın nasıl ortadan kaybolduğunu anlattıkça içim sızlıyordu. Hainler, alçaklardan öç almak gün ve kuvvetini bana vermesini Allah’ımdan diliyordum.” Yukarıda da görüldüğü üzere ordunun düşkün durumu ve yönetenlerin memleketin çıkarlarından uzak fikirler ve faaliyetler içerisinde olduğu Resneli Niyazi Bey’in gençlik zamanlarında memleketin durumu üzerine sahip olduğu fikirler ve kendisinde ittihatçı ruhun oluşmasındaki etmenler olduğu çıkarımını yapabiliriz.
Dönem hakkında gençlik zamanlarında yaptığı gözlemlere hatıratlarında yer veren bir diğer önemli isim Kazım Karabekir’dir. Karabekir’in o döneme ait değerlendirmelerine geçmeden evvel İttihat ve Terakki nedir sorusuna Karabekir’in kaleminden cevap verilim;
“İşte bu kaynaşma neticesinde memleketin hakiki sahibinin sadece padişah ve bendeleri değil, onu kanı pahasına kazanan ve korumaya çalışan millet olduğunu fiiliyat sahasında ispat etmek maksadıyla kurulan cemiyet İttihat ve Terakki’dir.”
Karabekir Paşa’nın gözündenSultan Abdülhamid dönemi manzarası şu şekildedir;
“Abdülhamid de kendinden evvelki padişahlar gibi etrafına toplananlardan milletten evvel kendi nefsine ve saltanata sadakat bekliyor; onlarda kendi menfaatleri için ona sadık görünüyorlar, milletin halini ve istikbalini düşünmüyorlardı. ... Bir zamanlar imparatorluğa dahil olan milletler bağımsızlıklarını kazanıp müstakil bir devlet olduktan sonra büyük devletlerinde desteği sayesinde medeni camiada birer devlet olarak yer alabiliyor, ordularını kuvvetlendirebiliyordu. Buna karşın Türk milleti kapitülasyonlar ve Duyun-ı Umumiye iktisadi ve mali zincirlerle eli ayağı bağlı ilerlemekten öte geri gidiyordu. Türk ordusu da Sultan Hamid’in vehmine kurban olmuştu. Atış talimlerinden ve manevralardan mahrum edilen ordu atıl bırakılmış kumandanlar ve erkan-ı harbiye elinde ancak iç asayişin teminine muvaffak olabilecek kudrette idi. ... Avrupalılar iktisadi ve mali ve hatta siyasi her işimize hakim olmuşlardı. Ve en acıklısı Türk milletini gerilik ve kabiliyetsizlikle itham ediyorlardı. ... Vatan ve millet kelimelerini söylemek ve yazmak yasaktı. Dinlemezseniz mahvınıza kafi bir sebeptir. Yine Murat ve Yıldız kelimelerinin yerine başka kelimeler kullanılmaktaydı. ... Maaş yılda ancak üç dört aylığa inmişti. ... Bütçe açığı ordu ve memurların ve mütekait ve yetimlerin maaşlarından kapatılırdı. Fakat mensuplar(hafiye teşkilatı, saray muhafızları ve saray mensupları) ve işini uyduranlar maaşlarını kamilen alıyorlardı. ... Hükümet ve hatta mahkemelere düşenlerin vay haline idi. İşler sürüncemede bırakılıyor, rüşvetle iş görülüyor ve halka iyi muamele olunmuyoronlara hakaret ediliyordu.” İşte Kazım Karabekir’in gözünden Osmanlı Devleti’nin durumu bu vaziyettedir. Ekonomik bunalım, imparatorluğun toprak kayıpları, ordunun müşkül durumu ve bürokraside ki usulsüzlükler Kazım Karabekir’i ittihatçı yapan şartlardan yalnızca bazılarıdır.
Kazım Karabekir’in ardından ittihatçı ruhu meydana getiren şartları hatıratına not düşen bir başka önemli ismin gözlem ve düşüncelerine göz atalım. Kazım Naim Duru hatıratında dönemle alakalı olarak şu notları düşmüştür;
“İdare baskısını arttırdıkça arttırıyor, memleketi daha keyfi bir biçimde idare ediyordu; Makedonya’da Bulgar, Sırp, Rum çeteleri çok kötülükler yapıyor, hele Bulgarlar vahşet denecek kadar zalimce hareket ediyorlardı. ... Bizi bu toplantılara ve çalışmalara götüren amil bir değil bir çoktur. Şüphesiz hepimiz hürriyet ateşiyle kavruluyorduk.” Kazım Naim Bey de Resneli Niyazi Bey’in ve Kazım Karabekir Paşa’nın hatıratına düştüğü notlarla benzer durumları kaydetmiştir. İdarede meydana gelen usulsüzlükler ve ileri dereceye ulaşmış jurnalcilik en çok serzenişte bulunduğu noktalardandır.
Talat Paşa ve Enver Paşa’nın hatıralarında da az önce belirtilen olumsuz durumlara dikkat çekildiği görülmektedir. Son olarak komitacılığın haleti ruhiyesini anlamak için imparatorluğun Balkan topraklarında hürriyetçi faaliyetlerde yer almış Fuat Balkan’ın hatıralarına düştüğü şu cümleler önemlidir:
“Komitacılık denilen şey, bazılarının zannettikleri gibi soygunculuk, çapulculuk değildir. Aksine vatanseverliğin en müfridine komitacılık denir. Ve komitacı vatan davası karşısında, her şeyini hatta canını dahi feda eden, gözünü budaktan sakınmayan, tepeden tırnağa feragat kesilmiş insandır. Memleketin ve milletin menfaati gerektiği zaman merhamet bilmez, yakmak lazımsa gözünü kırpmadan yakar, yıkmak gerekirse yıkar, kırar döker! Taş üstüne taş, omuz üstünde kelle bırakmaz!”
Yazının en başında belirtildiği ve hatıratlardan da gözlemlendiğiüzere yıkımın eşiğindeki imparatorluğu yeniden doğrultmak cesareti ve ruhuyla tarih sahnesine çıkmış olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin anlaşılması ve değerlendirirken bu günün gözüyle değil o gün ki şartlar içerisinde yaşayanların gözünden anlaşılabilmesi gayreti ve ümidiyle ve Talat Paşa’nın sözleriyle yazıya son veriyorum.
“İttihat ve Terakki Cemiyeti şerefle kurulmuş, bütün başarılarını dürüstlüğü ve özverisi sayesinde elde etmiş ve bütün siyasi hayatını şerefli bir şekilde yaşamıştır.”
Kaynakça
Akarcalı, A. Atilla Can(editör), Enver Paşa HÜRRİYET, ADALET, MÜSAVAT, Bölüm; Makedonya Dağlarında Bir Kahramanı Hürriyet: Enver Bey, Talha Burak Ünlü
Çeker, Alper(editör), İttihat ve Terakki
Çam, Mehmet Mert, İttihat ve Terakki Düşerken Kod Adı: Âmil
Duru, Kazım Naim, Hatıralar İttihat ve Terakki
Kabacalı, Alpay, Talat Paşa’nın Anıları
Karabekir, Kazım, İttihat ve Terakki Cemiyeti
Vural, Caner (gen. yayın.yön.), Resneli Niyazi Hatıratı
Görsel Kaynakça
...
Comments